Bölüm 1: Karanlığın Kalbi
Dünya sessizdi.
Öyle bir sessizlikti ki, kulaklar duymaktan vazgeçmişti sanki. Bir zamanlar gökyüzünde yankılanan kuş çığlıkları, dalga uğultuları, çocuk kahkahaları... hepsi küllere gömülmüş bir geçmişin hayaletleriydi.
Güneş, ufkun gerisinde solgun bir yarım halka olarak asılıydı. Ateşi sönmüş, ışığı utançla saklanıyordu. Gökyüzü, yanmış bir derinin kabuğu gibi kızıl çizgilerle kaplıydı.
Bir zamanlar masmavi olan denizler şimdi kara bir yağ gibi kıyıları tırmalıyor, her dalga çürümüş et kokusu yayıyordu. Toprak, çatlaktan ibaret; damarlarında su değil, siyah bir toz akıyordu. Ormanlar taş kesilmişti, ağaçların dallarında kuşların hayaletleri asılıydı.
İnsanlık umut kelimesini unutmuştu.
Artık o kelime, sadece eskimiş şarkıların kırık notalarında yaşıyordu.
Ama hâlâ fısıldanan bir efsane vardı: Siyah İnci.
Denirdi ki, inci bulunduğunda gökyüzü yeniden maviye dönecek, taş kesilmiş toprak tekrar yeşerecek, insanlık bir kez daha nefes alacaktı.
Ama aynı efsane, incinin yolunu koruyan şeyin kıyametin özünden doğduğunu da söylüyordu.
---
Tahtın Yıkıntısında
Krallığın merkezindeki harabe taht odasında, Kral Varyon, önünde ufalanan bir haritaya bakıyordu.
Bir zamanlar kudretin simgesi olan o oda, şimdi kırık taşlar ve paslı demir yığınlarından ibaretti.
Varyon’un yüzü, eskiden heykellere kazınan güçlü hatlarını çoktan kaybetmişti. Gözlerinin altı mor halkalarla gölgelenmiş, saçları kül gibi beyazlamıştı.
Ama bakışlarında hâlâ bir şey vardı: Ölmemiş bir kıvılcım.
Parmakları haritanın üzerinde titredi. Haritada tek bir yer işaretliydi: Karanlık Çukur.
Siyah mürekkeple çizilmiş küçük bir nokta.
Ama o nokta, dünyanın kaderiydi.
“Burası...” diye mırıldandı Varyon. Sesinde korkuyla umut birbirine karışmıştı. “Belki de son şansımız.”
Ama bu yolculuk sadece krallığı kurtarmak için değildi.
Tahtın yıkıldığı gün, oğlunu da kaybetmişti.
Cesedini asla bulamamıştı. Belki hâlâ yaşıyordur, diye kendine yalan söylüyordu.
Bu yolculuk, sadece halkı değil, Varyon’un kendi ruhunu da kurtarmak içindi.
---
Gölgelerden Doğan Ordu
“Majesteleri.”
Ses, taht odasının kırık kapısından geldi. İçeri giren adam, omuzlarına kadar inmiş siyah saçları ve yarısı pasla kaplı zırhıyla Kael’di.
Eskiden krallığın en genç ve cesur şövalyelerindendi. Şimdi omzunda eski bir kazandan yapılma bir parça taşıyor, kılıcının kabzası bezlerle sarılı duruyordu.
Gözlerinde hâlâ parlayan bir şey vardı, ama o parıltı umut değil, inat ışığıydı.
“Ordu hazır mı?” diye sordu Varyon, gözlerini Kael’e çevirmeden.
“Hazır,” dedi Kael. “Ne kadar hazır olunabilirse…”
Bu cümledeki acı gerçeği ikisi de biliyordu: O ordu, bir zamanlar yüzbinlerin yürüdüğü büyük bir kuvvetin değil, ölüme giden birkaç yüz gölgenin kalıntısıydı.
Kael, masaya yaklaşıp haritaya baktı.
“Burası...” dedi, parmağı Karanlık Çukur’un olduğu noktada durdu. “Oraya gitmek intihar.”
Varyon başını kaldırdı, gözlerinde öfke değil, demirden bir kararlılık vardı:
“Ya oraya gideriz... ya da hepimiz kül oluruz.”
Kapının eşiğinde baston sesi yankılandı: Tak... tak... tak...
Gölgeler arasından bir kadın çıktı. Siyah örtülere sarınmış, gözleri bembeyazdı; kördü.
Ama körlüğü, ona bir şey kaybettirmemişti. Hatta, varlığı insanın içine işleyen bir güç taşıyordu.
Ana Mirra.
Bir zamanlar krallığın en güçlü şifacılarından biriydi. Şimdi bir bastona yaslanarak yürüyordu, ama sözleri hâlâ kehanet gibi ağırlık taşıyordu.
“Bu yolun sonu ya ışık ya da karanlık, Varyon,” dedi. “Ama ikisi de kanla yazılacak.”
---
Çürümüş Dünyanın Yolunda
Yolculuk, kıyametin harabeleri arasında başladı.
Gökyüzünden yağmur değil, asit damlıyordu. Her damla bir yaraydı.
Rüzgâr, kemikleri parçalayan bir bıçak gibi esiyor, atların derisi açık yaralara dönüşüyordu.
Gece, karanlık değildi; karanlığın içinde hareket eden gölgeler vardı.
Ateş yakamıyorlardı; çünkü ışık, karanlığın yaratıklarını çağıran bir davetti.
Geçtikleri şehirler taş ve kemikten oluşan mezarlıklara dönmüştü.
Duvarlara kazınmış sözler vardı:
> “İnciyi bulan Dünyaya KRAL olur.”
“Kral öldü.”
Yolda üç savaşçı asit yağmurlarında eriyerek öldü.
Bir diğeri, gölgelerden çıkan bir yaratık tarafından gecenin köründe sürüklenip götürüldü.
Kael’in gözlerinde her kayıptan sonra bir parıltı daha sönüyordu.
Ama Varyon durmadı. İçinde, bir ses hep fısıldıyordu:
> “Belki oğlun yaşıyor. Belki inciyle onu geri getirebilirsin.”
Ama bunu kimseye söylemedi.
---
Karanlık Çukur
Haftalar sonra, Çukur’un önünde durdular.
Devasa bir taş kapı, gökyüzünü yutmuş bir dağın kalbinde yükseliyordu.
Kapının üzerinde kırık rünler vardı, paslı kan lekeleriyle kaplıydı.
Kapının ardında bekleyen şey, kıyametin ilk çığlığı kadar eskiydi.
Yarı kemik, yarı metalden oluşmuş yaratıklar… Boş gözlerinde hiçbir ışık yoktu; sadece sonsuz karanlık.
---
Son Savaş
Kapı açıldığında, karanlık ordu üzerlerine atıldı.
Çığlıklar, çelik şakırtısına karıştı; kalkanlar paramparça oldu.
Yaratıkların her darbesiyle toprak siyah bir toza dönüşüyordu.
Kral Varyon, atalarından kalan Ay Parçası Kılıcı ile ön saflarda savaştı.
Her canavar düştüğünde, gökyüzü daha da kararıyor, ölüm kokusu ağırlaşıyordu.
Tam her şey bitti derken, gövdesi bir kule kadar büyük bir yaratık ortaya çıktı.
Dev pençeleriyle Kral’ı yere serdi. Kılıcı elinden uçtu.
Tam ölümcül darbeyi indirecekken, kör şifacı Ana Mirra öne atıldı.
Elindeki paslı hançeri yaratığın göğsüne sapladı.
Yaratık çığlık atarken, Mirra’nın yüzü gölgeler içinde kayboldu.
Son nefesinde fısıldadığı tek şey şuydu:
> “Işığı… unutma…”
---
Seçim
Savaş alanı sessizliğe gömüldüğünde, geriye birkaç savaşçı ve yaralı bir kral kaldı.
Varyon, kan izleriyle kaplı taş merdivenleri tırmanarak Çukur’un kalbine ulaştı.
Orada, kırık bir sunağın üzerinde bir şey parlıyordu: Siyah İnci.
İnciye dokunduğunda, gökyüzünü bir ışık yarıp geçti.
Ama aynı anda bir ses duydu:
> “Gücüm sana ait, Kral. Ama bir bedeli var.”
Varyon’un önünde iki yol belirdi:
✔ Birinci Yol: Dünyayı kurtar, sevdiklerini kaybet.
✔ İkinci Yol: Sevdiklerini kurtar, dünya yok olsun.
Oğlunun gülüşü kulaklarında yankılandı.
Mirra’nın “Işığı unutma” sözü içini dağladı.
Sonra başını göğe kaldırdı, gözlerinden yaşlar süzülürken mırıldandı:
> “Oğlum… seni seviyorum.”
İnciyi göğsüne bastı ve fısıldadı:
> “Dünya yaşasın.”
Bir ışık patladı.
Bulutlar yandı, yağmurlar durdu.
Toprak çatladı, filizler fışkırdı.
Denizler maviye döndü.
Ama Varyon yoktu.
Onun bedeni, inciyle birlikte saf ışığa dönüşmüş, gökyüzünde bir iz bırakmıştı:
Karanlığın ortasında parlayan bir yıldız.
Ve rüzgâr, eski bir yemin gibi fısıldadı:
> “Işığı unutma.”
The Last Light of the Black Pearl
-
- Novice
- Posts: 6
- Joined: 11 Jul 2019, 17:00
The Last Light of the Black Pearl
- Attachments
-
- Screenshot_20250812_223301_com_mlgame_mylands1_MainActivity.jpg (1.32 MiB) Viewed 109 times
-
- Screenshot_20250812_223315_com_mlgame_mylands1_MainActivity.jpg (1.32 MiB) Viewed 109 times
-
- Screenshot_20250812_223324_com_mlgame_mylands1_MainActivity.jpg (1.29 MiB) Viewed 109 times
Last edited by QQmore on 24 Aug 2025, 10:10, edited 1 time in total.
-
- Suzerain
- Posts: 626
- Joined: 13 Dec 2012, 10:11
Re: The Last Light of the Black Pearl
Please add more details of the battle.
-
- Novice
- Posts: 6
- Joined: 11 Jul 2019, 17:00
Re: The Last Light of the Black Pearl
Bu kadar yeterli olur sanırım
-
- Suzerain
- Posts: 626
- Joined: 13 Dec 2012, 10:11
Re: The Last Light of the Black Pearl
QQmore, the answer has been sent to your private messages.